23 Haziran 2018 Cumartesi

Kazanmak Her Şeydir | Phillip Cocu

Hollanda futbol okulu için çok uzun yıllardır, kimine göre 10–20, kimine göre ise daha uzun süredir temel amaç kazanmaktan ziyade keyifli bir oyun oynamaktır. Bunun lige de ciddi bir yansıması oldu ve keza ihraç edilen teknik direktörler için de. Peki istisnalar var mı? Elbette var fakat öncelikle ülke futbolunun en temeline inip gerçek sebepleri irdelemek gerekiyor bazı şeyleri açıklayabilmek için. Geniş bir konudan hedefe doğru daralan bir yazı olacak bu tanıtım aslında bu sebeple.
Neden Hollanda futbolunun temeliyle başladığımı da aslında gayet basit bir şekilde özetlemeye çalışacağım. Bilimsel, akademik temeli olan araştırmalarda ünlü bilim adamlarının teorik çalışmaları temel olarak kullanılır ve bunun üzerinden saha araştırması yapılarak sonuca gidilir. Theoretical framework ve result ilişkisinden bahsediyorum. Johan Cruijff’un günümüz futbolunda ofansif düşünen ve keyif vererek kazanmayı düşleyen teknik adamlar için iyi bir teorik çerçeve sunduğunu hesaba katmak gerek. Bu sebep ile de bu yazı için de teorik çerçeve olarak Cruijff ve Hollanda futbolunu kullanmak mantıklı bir yaklaşım olur, hem Hollanda futbolundaki yozlaşmayı açıklamak, hem de Cocu’nun buradaki yerini anlatmak için.

Mitler ile Yaşamak

Hollanda’nın bir ekol olarak öldüğü söylenir. Yanlış. Hollanda ekolü yozlaştırıldı, anlamını kaybetti. Total futbol ekolünün ortaya çıkmasını sağlayan amaç aslında oyuncuların arasındaki mesafeyi daraltmaktı. Topa sahip olunduğu dakikalarda bile top kaybında nelerin yapılacağını hesaba katmaktı. Johan Cruijff bir gün şunu söylemişti;
Ofsayt taktiği aslında hücumu düşünen bir taktiktir. Çünkü savunma çizginizi öne çıkarırsınız ve rakibinize topu kullanmak için daha az zaman verirsiniz.
Tabii bunu top kaybedildiği anda agresif bir şekilde topa basmak ile birleştiriyordu Cruijff ve felsefesi. Alman ekolü tarafından son yıllarda iyiden iyiye ön plana atılan ve Nagelsmann, Klopp, Tuchel gibi yeni nesil teknik direktörlerin kırmızı çizgisi olan ‘’Gegenpressing’’ kavramına ne kadar benziyor, değil mi?
Merceğimizi yavaş yavaş daraltmadan önce bunu biraz daha aydınlatmayı yeğliyorum.
Gegenpressing demiştik, Jürgen Klopp; “Gegenpressing dünyanın en iyi oyun kurma yöntemidir.” derken bunu ofansif bir bilinç ile söyledi.
Keza Guardiola hem toplu hem topsuz oyunda her hat (örneğin savunma ve orta alan) arasındaki mesafenin 10 metre olmasını ister. Böylece hücumda pas mesafeniz kısalır ve top kaybı ihtimaliniz azalır (top ne kadar uzun süre sahipsiz olursa topu kapmak o kadar kolay olur). Kaptırmak gibi kötü bir ihtimalde de topa ve rakibe yakın ama kalenize uzak olduğunuz için basmanız ve geri kazanmanız da kolaylaşır. Buna bir miktar beceri eklerseniz de rakibin topu kazanma süresi çok uzayacağından hem yorulacaklar, hem de topu kazansalar dahi yerleşimleri o kadar problemli olacak ki sizin için top kazanmak daha kolay olacak. Johan Cruijff’a göre, “akordeon gibi hareket etmek’’ oluyor bu.
Bunun temelinde alan savunması yatıyor. Johan Cruijff’un yine kullandığı iki cümle ile aslında konuyu nereye getireceğimi özetlemek istiyorum. Cruijff, sahanın yarısını savunmanın tamamını savunmaktan daha efektif olacağını düşünür. Hem oyuncu enerji kaybetmiyor, hem top kazanıldıktan sonra kaleye giden mesafe daralıyor. Sahada hem toplu hem topsuz olarak sayısal avantajlar yatarak Cruijff topu erken kazanmanın derdindeydi. Ne gariptir ki Dünya futbolunun öncüleri olarak görülen Almanya ve İspanya’da oyun bu prensipler üzerinden oynanırken Hollanda Ligi Avrupa’nın alan savunması kullanılmayan ender liglerinden birisi. Belki de yeganesi.
Sözün özü, Hollanda futbolu ölmedi. Hollanda futbolu kendi oyununu unutmaya başladı ve düşüşünü de bu mümkün kıldı.
Hollanda futbolunun temel unsuru hücumda baskı iken, merkezden delicilik iken yapılan iki değişiklik bunu tarihe gömdü. Stoper sayısını çoğaltıp reaktif oyuna dönmek birincisi. Top kaybetmemek için risksiz paslara geçilmesi ikincisi. Son iki turnuvaya kalamayan Hollanda’nın topa en çok temas eden oyuncusu Daley Blind iken Manchester United’da oynadığı maçlarda topu en az kullanan oyuncularından birisi olması da not edilmesi gereken şeylerden birisi.

Skor Yanılması

Hollanda Ligi’nde skorun çok yüksek olmasının sebebi genelde takımların açık oynaması ve hücumu düşünmesi olarak açıklanır. Yanlış, topu rakibe verip bekleyen çok takım da var ligde. Peki skor neden yüksek? Alan savunmamak, yardım savunması getirmemek, kademe anlayışının oturmaması gibi sebepleri sayabilirim. Birebir savunmada eksilttiğiniz her rakip size artı olarak geri döner, savunmalar tekrar o birebir eşleşmeyi yakalamak için kayar ve geçtiğiniz oyuncu geri dönüşü sağlayamazsa bu size 4’e 3 gibi bir avantaj yaratır, örneklendirmem gerekirse. Skora gitmeniz çok kolay olur ve Hollanda Ligi’nin ihraç ettiği Koeman gibi, de Boer gibi tutucu teknik adamların bile yerel ligde daha kolay skora gitmesini böyle açıklayabilirsiniz. Cruijff birebiri yakalayan oyuncusuna asla takım arkadaşını yardıma göndermiyordu. Çünkü o yardıma gelen oyuncu da birini yanına çekecekti, ve birebiri oynamak ikiye ikiyi oynamaktan her zaman daha kolaydı. Guardiola bile sayısal avantajı yakalamak üzerine kuruyordu oyunu. Onu yakaladığınız an önleme gelecek rakibiniz ters kanatta boşluklar bırakırdı.

Cocu Bunun Neresinde?

Yeni ihraçlardan birisi Phillip Cocu olacak gibi görünüyor. 4–3–3’ü oynatması, topa sahipken sahayı enine genişletip göbekteki oyuncularını kullanması ve her zaman topa yön veren bir 6 numara kullanması (savunmanın önündeki ilk orta saha oyuncusu) aslında hala Cruijff prensiplerini taşıyan, modern bir teknik adam olduğunun göstergeleri. Ancak Cocu da sadece bu değil ve bu noktada Türkiye’de işlerini zorlaştırabilecek unsurlar devreye giriyor.
Johan Cruijff ve günümüzdeki ofansif, keyif veren oyunu oynatan teknik adamların temelinde topu kaybettikten sonraki geçişi yapabilen prensipler yatıyor. 2014 Dünya Kupası ve 2016 Avrupa Şampiyonası esnasında gol başına pas sayısı 3 bile değildi. Takımlar artık çok çabuk yerleşiyor ve bir tez üretmek durumundasınız. Cocu geçtiğimiz sezonlarında topu erken kazanma taraftarı değildi. Onun yerine stoperlerinin özellikle zaaflarını örtmek için ikinci bölgede baskıyı yoğunlaştırıp kazanılan topları direkt olarak 6 numarası ile buluşturuyordu. Oradaki pasörlerin topu hızlı şekilde yatay olarak yetenekli ayaklara aktarması, birebir savunmayı aşmayı mümkün kılıyordu ve tutucu addedilen Cocu dahi takımlarıyla 80–90 gol baremlerini aşabiliyordu.
Evet, anlayacağınız üzere top kaybında pirana gibi topa basan takımdan ziyade önce geri dönmeyi ve pozisyon almayı tercih eden bir teknik adam. Hücum düşüncesi bunda baskın olan düşünceydi. Phillip Cocu için Türkiye bir meydan okuma olacak ve tam da bu noktada işlerin enteresanlığı ortaya çıkacak. Çünkü Türkiye, her ne kadar saha içindeki kaos ortamları ve organizasyon eksiği ağır bassa da özellikle ismi büyük olan takımlara karşı önlemlerin alındığı ve alan savunmasının da yapıldığı bir lig. Artık o birebirler kolay olmayacak, artık savunma dengesini sadece koşarak bozamayacak. Cocu alternatifler üretmeye ihtiyaç duyacak, çünkü karşısında topu aldığında bile uzun toplar atarak böylelikle savunma yerleşiminden çıkmak istemeyen takımlar olacak.

Meydan Okuma

Evet, meydan okuma demiştik. Hücum alanı daha dar olan bir lige geliyor. Hollanda sertliğinden oldukça uzakta, alan savunmasının uygulandığı bir lig. Muadillerine bakalım mı? Louis van Gaal oyununu değiştirdiğinden bu yana piyasada karşılık bulamadı, United dönemi büyük bir hayal kırıklığı olarak neticelendi. Frank de Boer? Alan savunmalarını açamadığı için ve hücum mesafelerini geniş tuttuğu için tahmin edilmesi kolay takımlar yarattı. Ajax-Fenerbahçe eşleşmesini muhakkak hatırlarsınız. Ajax kaptanlarından Joel Veltman maç sonrası “Bize bir an bile şans vermediler, adamlara karşı çocuklar gibiydi. Hiç opsiyon bulamadık.’’ demişti, çünkü 180 dakikada golü bırakın pozisyona dahi girememişti Fenerbahçe karşısında o takım. O takım Hollanda’da 81 gol üretmişti, geçen sezon Cocu’nun PSV ile daha iyi bir kadro ile attığı 87 gole çok yakın bir sayı bu. Bunun sonucunda da yurtdışına çıkışta yaşadığı hüsranları saymaya gerek yok kanımca.
Cocu bu esnekliği göstermiş ama diretmemiş bir teknik adam. Geçen sezonun başlangıcında çok ciddi bir baskıyla rakibi yıldırmaya çalıştı ancak takımı buna ayak uyduramayınca hemen pragmatizmine geri döndü. Ters bir esneklik de göstermeye çalıştı. Avrupa deplasmanlarının tümüne üç stoper ile çıkıp topu tamamen rakibine vermeyi tercih ettiği ortamlar da yaşandı. Bunun zirve noktası aslında geçtiğimiz sezon çıkılan Ajax deplasmanı oldu. Topa hiç baskı yapmayan, top kaybında geri koşan ve topu kazandığında da bir şey üretemeyen, oldukça ürkek ve temkinli bir görüntüdeydi takımı. Bunun neticesinde tek taraflı oynanan maç 3–0’lık Ajax üstünlüğü ile sonuçlandı. Tam tersi bir görüntüde oynanan iç saha maçında ise PSV, kazandığı an şampiyon olacağının bilinci ile yoğun bir baskıyla rakibinin üzerine kabus gibi çökerek 3–0 kazanmayı bildi. Ajax’a “sen oyna ben kazanır atarım” mantığı ile topu teslim eden PSV, baskıyı daha önde yaparak skoru erken bulduktan sonra yine beklemiş ama bu kez neticeyi elde ederek beklemişti. Nitekim şut sayıları deplasmana göre 3 katına çıkmıştı.
Bu durum sezon geneline yayılan tutuculuğu, edilgenliği örtmüyor. Keza aslında Cocu’nun 4 yıllık kariyerinin getirdiği edilgenliği de örtmüyor. Hala edilgen, realist ve ikinci bölgeye gelene dek karşılama savunmasına önem veren bir teknik direktör. Baskıyı orta alanda yapıyor ve bu Türkiye gibi daha agresif, alana yayılmış savunma yapılan bir ligde problem teşkil eder. Hele hele rakiplerin topa baskıyı aşmak için uzun toplardan kaçmayacağı bir yerde. Sahayı geçseniz dahi 1’e 2 karşılanmanız ve sıkışmanız mümkün. Evet son şampiyon Galatasaray da geçişlere dayalı futbol oynadı, fakat baskıyı daha önde yapıp kaleye direkt inen kenar oyuncuları ile şampiyonluğa gitti.

Oyuncu Kullanımı

Temel şablonu ne olursa olsun 4–3–3’tür ve topa sahip olan orta alan oyuncusunun önünde her daim iki pas kanalı ister. Bu Cruijff ve modern çağın ofansif düşünen teknik adamları ile paralel bir fikir, söylemiş olduğum gibi. Orta alan oyuncuları koşan, ceza sahasını zorlayan oyuncular oldu hep. Top ile münasebetleri kötü olmasa dahi hep ikinci planda kaldı, anafikir burada ceza sahasını yoğunlaştırmalarıydı. Pröpper’in bu düzende parlayıp ciddi bir meblağ karşılığında Premier League yapmasını da, van Ginkel’in de bu tertip ile sivrilerek takımın her yıl şampiyonluk kovalamasında pay sahibi olduğunu atlamamak gerek. Kenar oyuncuları birebirde becerikli, hızıyla çizgiden ya da becerisiyle içe kat eden rolde kullanılıyordu.
Hirving Lozano’nun Almanya’ya attığı o kontratak golünün temeli Eindhoven’da atıldı, geçişte birebiri çok daha fazla zorlaması ve skoru böyle bulması da bunun sonucu. 20’ye yakın gol atması da bu bakımdan şaşırtıcı değil. Kenar oyuncuları içe girdiği an beklerinin bindirmesi ve orta yapabilmesi de bir diğer hücum silahı, çünkü içeride ne olursa olsun yüksek toplara hakim olacak bir santrafor ve bitirebilecek orta alan oyuncuları istiyor. Sahayı genişletmesi ve göbekteki oyuncularına koşu alanı yaratması zaten konumuz olmuştu.

Sonuç

Ancak bunlar, çok farklı dinamikleri olan ve savunma tarzı olarak üst düzey liglere daha yakın (alan savunması) bir tarz benimseyen bir lige gelen bir teknik adam için de dikkat edilesi detaylar. Burada alan savunmasından kastım duran toplardaki alan savunması değil, çünkü buna şiddetle karşıyım. Fakat oyun içinde alan savunmasının ve baskının elzem olduğu inancındayım.
Topu rakip kaleye uzak kazandığında çok farklı savunma tarzları ile karşı karşıya gelecek ve mevcut oyun düzeniyle çok fazla zorlanacak. Ortaya koyacağı esneklik, Türkiye’deki başarısını belirleyecek. Hollanda’dan 4 yılda 3 kez şampiyon olarak geldi, ancak de Boer’un ilk 4 yılında 4 kez şampiyon olduğunu ve yurtdışına geçişe ayak uyduramayarak şu an işsiz olduğunu da vurgulamak gerek. PSV’ye açık alanı ve birebiri vermeyen rakiplerin de bu sezon sıklıkla son dakikalara kadar PSV’yi zorladığı, hatta Zwolle deplasmanında olduğu gibi ileri çıkan stoperinin attığı bir gole muhtaç bıraktığı görüldü. Bu tablonun mevcut şartlar altında Türkiye’de sıfır esneme ile geldiği vakit sıklaşacağını öngörmek çok zor değil.
Topu orta alanda kazanmaya çalışan ve bu yüzden Topal-Souza gibi bir blok kullanan Fenerbahçe’ye pasör defansif orta saha oyuncusu ile soluk getirecektir. Keza topu geç kazanarak aslında hücumda kat etmesi gereken mesafeyi Aykut Kocaman önderliğinde uzatan Fenerbahçe’nin tarihi bir çelişki ile atlet oyuncu kullanmamasını da değiştirecektir.Ancak o hücum etme mesafesi, hem Advocaat’ı, hem Pereira’yı hem de Kocaman’ı kilitleyen durum Cocu’yu da gayet kilitleyebilir.
İşte burada devreye Cocu’nun meydan okuması girecek. Gerektiğinde esneyebileceğini gösteren Cocu, bu kez farklı bir yöne esnemek zorunda.Topu daha erken kazanmak, set hücumunda göbekte topu daha hızlı dolaştırmak gibi hususlardan söz ediyorum. Bunu başarabilirse gelecekte de yüksek hedefleri olacak teknik adamın keyif vereceği inancındayım. Peki ya PSV’de başarıya giden en kısa yol olarak gördüğü noktaları kırmızı çizgileri haline getirir, düzeninde ısrarcı olursa? İşte bu noktada Fenerbahçe’nin son yıllarda seçtiği tutucu teknik adamların yaşadığı kader ile bir benzerini yaşaması, çok, çok daha olası hale gelir.
Cocu meydan okumayı kabul edecek mi, etmeyecek mi sorusunun cevabı, belki de Fenerbahçe’nin sezonunu hatta sezonlarını belirleyecek.
https://medium.com/papazincayiri/kazanmak-her-%C5%9Feydir-phillip-cocu-6018928c54d8