23 Haziran 2018 Cumartesi

Kazanmak Her Şeydir | Phillip Cocu

Hollanda futbol okulu için çok uzun yıllardır, kimine göre 10–20, kimine göre ise daha uzun süredir temel amaç kazanmaktan ziyade keyifli bir oyun oynamaktır. Bunun lige de ciddi bir yansıması oldu ve keza ihraç edilen teknik direktörler için de. Peki istisnalar var mı? Elbette var fakat öncelikle ülke futbolunun en temeline inip gerçek sebepleri irdelemek gerekiyor bazı şeyleri açıklayabilmek için. Geniş bir konudan hedefe doğru daralan bir yazı olacak bu tanıtım aslında bu sebeple.
Neden Hollanda futbolunun temeliyle başladığımı da aslında gayet basit bir şekilde özetlemeye çalışacağım. Bilimsel, akademik temeli olan araştırmalarda ünlü bilim adamlarının teorik çalışmaları temel olarak kullanılır ve bunun üzerinden saha araştırması yapılarak sonuca gidilir. Theoretical framework ve result ilişkisinden bahsediyorum. Johan Cruijff’un günümüz futbolunda ofansif düşünen ve keyif vererek kazanmayı düşleyen teknik adamlar için iyi bir teorik çerçeve sunduğunu hesaba katmak gerek. Bu sebep ile de bu yazı için de teorik çerçeve olarak Cruijff ve Hollanda futbolunu kullanmak mantıklı bir yaklaşım olur, hem Hollanda futbolundaki yozlaşmayı açıklamak, hem de Cocu’nun buradaki yerini anlatmak için.

Mitler ile Yaşamak

Hollanda’nın bir ekol olarak öldüğü söylenir. Yanlış. Hollanda ekolü yozlaştırıldı, anlamını kaybetti. Total futbol ekolünün ortaya çıkmasını sağlayan amaç aslında oyuncuların arasındaki mesafeyi daraltmaktı. Topa sahip olunduğu dakikalarda bile top kaybında nelerin yapılacağını hesaba katmaktı. Johan Cruijff bir gün şunu söylemişti;
Ofsayt taktiği aslında hücumu düşünen bir taktiktir. Çünkü savunma çizginizi öne çıkarırsınız ve rakibinize topu kullanmak için daha az zaman verirsiniz.
Tabii bunu top kaybedildiği anda agresif bir şekilde topa basmak ile birleştiriyordu Cruijff ve felsefesi. Alman ekolü tarafından son yıllarda iyiden iyiye ön plana atılan ve Nagelsmann, Klopp, Tuchel gibi yeni nesil teknik direktörlerin kırmızı çizgisi olan ‘’Gegenpressing’’ kavramına ne kadar benziyor, değil mi?
Merceğimizi yavaş yavaş daraltmadan önce bunu biraz daha aydınlatmayı yeğliyorum.
Gegenpressing demiştik, Jürgen Klopp; “Gegenpressing dünyanın en iyi oyun kurma yöntemidir.” derken bunu ofansif bir bilinç ile söyledi.
Keza Guardiola hem toplu hem topsuz oyunda her hat (örneğin savunma ve orta alan) arasındaki mesafenin 10 metre olmasını ister. Böylece hücumda pas mesafeniz kısalır ve top kaybı ihtimaliniz azalır (top ne kadar uzun süre sahipsiz olursa topu kapmak o kadar kolay olur). Kaptırmak gibi kötü bir ihtimalde de topa ve rakibe yakın ama kalenize uzak olduğunuz için basmanız ve geri kazanmanız da kolaylaşır. Buna bir miktar beceri eklerseniz de rakibin topu kazanma süresi çok uzayacağından hem yorulacaklar, hem de topu kazansalar dahi yerleşimleri o kadar problemli olacak ki sizin için top kazanmak daha kolay olacak. Johan Cruijff’a göre, “akordeon gibi hareket etmek’’ oluyor bu.
Bunun temelinde alan savunması yatıyor. Johan Cruijff’un yine kullandığı iki cümle ile aslında konuyu nereye getireceğimi özetlemek istiyorum. Cruijff, sahanın yarısını savunmanın tamamını savunmaktan daha efektif olacağını düşünür. Hem oyuncu enerji kaybetmiyor, hem top kazanıldıktan sonra kaleye giden mesafe daralıyor. Sahada hem toplu hem topsuz olarak sayısal avantajlar yatarak Cruijff topu erken kazanmanın derdindeydi. Ne gariptir ki Dünya futbolunun öncüleri olarak görülen Almanya ve İspanya’da oyun bu prensipler üzerinden oynanırken Hollanda Ligi Avrupa’nın alan savunması kullanılmayan ender liglerinden birisi. Belki de yeganesi.
Sözün özü, Hollanda futbolu ölmedi. Hollanda futbolu kendi oyununu unutmaya başladı ve düşüşünü de bu mümkün kıldı.
Hollanda futbolunun temel unsuru hücumda baskı iken, merkezden delicilik iken yapılan iki değişiklik bunu tarihe gömdü. Stoper sayısını çoğaltıp reaktif oyuna dönmek birincisi. Top kaybetmemek için risksiz paslara geçilmesi ikincisi. Son iki turnuvaya kalamayan Hollanda’nın topa en çok temas eden oyuncusu Daley Blind iken Manchester United’da oynadığı maçlarda topu en az kullanan oyuncularından birisi olması da not edilmesi gereken şeylerden birisi.

Skor Yanılması

Hollanda Ligi’nde skorun çok yüksek olmasının sebebi genelde takımların açık oynaması ve hücumu düşünmesi olarak açıklanır. Yanlış, topu rakibe verip bekleyen çok takım da var ligde. Peki skor neden yüksek? Alan savunmamak, yardım savunması getirmemek, kademe anlayışının oturmaması gibi sebepleri sayabilirim. Birebir savunmada eksilttiğiniz her rakip size artı olarak geri döner, savunmalar tekrar o birebir eşleşmeyi yakalamak için kayar ve geçtiğiniz oyuncu geri dönüşü sağlayamazsa bu size 4’e 3 gibi bir avantaj yaratır, örneklendirmem gerekirse. Skora gitmeniz çok kolay olur ve Hollanda Ligi’nin ihraç ettiği Koeman gibi, de Boer gibi tutucu teknik adamların bile yerel ligde daha kolay skora gitmesini böyle açıklayabilirsiniz. Cruijff birebiri yakalayan oyuncusuna asla takım arkadaşını yardıma göndermiyordu. Çünkü o yardıma gelen oyuncu da birini yanına çekecekti, ve birebiri oynamak ikiye ikiyi oynamaktan her zaman daha kolaydı. Guardiola bile sayısal avantajı yakalamak üzerine kuruyordu oyunu. Onu yakaladığınız an önleme gelecek rakibiniz ters kanatta boşluklar bırakırdı.

Cocu Bunun Neresinde?

Yeni ihraçlardan birisi Phillip Cocu olacak gibi görünüyor. 4–3–3’ü oynatması, topa sahipken sahayı enine genişletip göbekteki oyuncularını kullanması ve her zaman topa yön veren bir 6 numara kullanması (savunmanın önündeki ilk orta saha oyuncusu) aslında hala Cruijff prensiplerini taşıyan, modern bir teknik adam olduğunun göstergeleri. Ancak Cocu da sadece bu değil ve bu noktada Türkiye’de işlerini zorlaştırabilecek unsurlar devreye giriyor.
Johan Cruijff ve günümüzdeki ofansif, keyif veren oyunu oynatan teknik adamların temelinde topu kaybettikten sonraki geçişi yapabilen prensipler yatıyor. 2014 Dünya Kupası ve 2016 Avrupa Şampiyonası esnasında gol başına pas sayısı 3 bile değildi. Takımlar artık çok çabuk yerleşiyor ve bir tez üretmek durumundasınız. Cocu geçtiğimiz sezonlarında topu erken kazanma taraftarı değildi. Onun yerine stoperlerinin özellikle zaaflarını örtmek için ikinci bölgede baskıyı yoğunlaştırıp kazanılan topları direkt olarak 6 numarası ile buluşturuyordu. Oradaki pasörlerin topu hızlı şekilde yatay olarak yetenekli ayaklara aktarması, birebir savunmayı aşmayı mümkün kılıyordu ve tutucu addedilen Cocu dahi takımlarıyla 80–90 gol baremlerini aşabiliyordu.
Evet, anlayacağınız üzere top kaybında pirana gibi topa basan takımdan ziyade önce geri dönmeyi ve pozisyon almayı tercih eden bir teknik adam. Hücum düşüncesi bunda baskın olan düşünceydi. Phillip Cocu için Türkiye bir meydan okuma olacak ve tam da bu noktada işlerin enteresanlığı ortaya çıkacak. Çünkü Türkiye, her ne kadar saha içindeki kaos ortamları ve organizasyon eksiği ağır bassa da özellikle ismi büyük olan takımlara karşı önlemlerin alındığı ve alan savunmasının da yapıldığı bir lig. Artık o birebirler kolay olmayacak, artık savunma dengesini sadece koşarak bozamayacak. Cocu alternatifler üretmeye ihtiyaç duyacak, çünkü karşısında topu aldığında bile uzun toplar atarak böylelikle savunma yerleşiminden çıkmak istemeyen takımlar olacak.

Meydan Okuma

Evet, meydan okuma demiştik. Hücum alanı daha dar olan bir lige geliyor. Hollanda sertliğinden oldukça uzakta, alan savunmasının uygulandığı bir lig. Muadillerine bakalım mı? Louis van Gaal oyununu değiştirdiğinden bu yana piyasada karşılık bulamadı, United dönemi büyük bir hayal kırıklığı olarak neticelendi. Frank de Boer? Alan savunmalarını açamadığı için ve hücum mesafelerini geniş tuttuğu için tahmin edilmesi kolay takımlar yarattı. Ajax-Fenerbahçe eşleşmesini muhakkak hatırlarsınız. Ajax kaptanlarından Joel Veltman maç sonrası “Bize bir an bile şans vermediler, adamlara karşı çocuklar gibiydi. Hiç opsiyon bulamadık.’’ demişti, çünkü 180 dakikada golü bırakın pozisyona dahi girememişti Fenerbahçe karşısında o takım. O takım Hollanda’da 81 gol üretmişti, geçen sezon Cocu’nun PSV ile daha iyi bir kadro ile attığı 87 gole çok yakın bir sayı bu. Bunun sonucunda da yurtdışına çıkışta yaşadığı hüsranları saymaya gerek yok kanımca.
Cocu bu esnekliği göstermiş ama diretmemiş bir teknik adam. Geçen sezonun başlangıcında çok ciddi bir baskıyla rakibi yıldırmaya çalıştı ancak takımı buna ayak uyduramayınca hemen pragmatizmine geri döndü. Ters bir esneklik de göstermeye çalıştı. Avrupa deplasmanlarının tümüne üç stoper ile çıkıp topu tamamen rakibine vermeyi tercih ettiği ortamlar da yaşandı. Bunun zirve noktası aslında geçtiğimiz sezon çıkılan Ajax deplasmanı oldu. Topa hiç baskı yapmayan, top kaybında geri koşan ve topu kazandığında da bir şey üretemeyen, oldukça ürkek ve temkinli bir görüntüdeydi takımı. Bunun neticesinde tek taraflı oynanan maç 3–0’lık Ajax üstünlüğü ile sonuçlandı. Tam tersi bir görüntüde oynanan iç saha maçında ise PSV, kazandığı an şampiyon olacağının bilinci ile yoğun bir baskıyla rakibinin üzerine kabus gibi çökerek 3–0 kazanmayı bildi. Ajax’a “sen oyna ben kazanır atarım” mantığı ile topu teslim eden PSV, baskıyı daha önde yaparak skoru erken bulduktan sonra yine beklemiş ama bu kez neticeyi elde ederek beklemişti. Nitekim şut sayıları deplasmana göre 3 katına çıkmıştı.
Bu durum sezon geneline yayılan tutuculuğu, edilgenliği örtmüyor. Keza aslında Cocu’nun 4 yıllık kariyerinin getirdiği edilgenliği de örtmüyor. Hala edilgen, realist ve ikinci bölgeye gelene dek karşılama savunmasına önem veren bir teknik direktör. Baskıyı orta alanda yapıyor ve bu Türkiye gibi daha agresif, alana yayılmış savunma yapılan bir ligde problem teşkil eder. Hele hele rakiplerin topa baskıyı aşmak için uzun toplardan kaçmayacağı bir yerde. Sahayı geçseniz dahi 1’e 2 karşılanmanız ve sıkışmanız mümkün. Evet son şampiyon Galatasaray da geçişlere dayalı futbol oynadı, fakat baskıyı daha önde yapıp kaleye direkt inen kenar oyuncuları ile şampiyonluğa gitti.

Oyuncu Kullanımı

Temel şablonu ne olursa olsun 4–3–3’tür ve topa sahip olan orta alan oyuncusunun önünde her daim iki pas kanalı ister. Bu Cruijff ve modern çağın ofansif düşünen teknik adamları ile paralel bir fikir, söylemiş olduğum gibi. Orta alan oyuncuları koşan, ceza sahasını zorlayan oyuncular oldu hep. Top ile münasebetleri kötü olmasa dahi hep ikinci planda kaldı, anafikir burada ceza sahasını yoğunlaştırmalarıydı. Pröpper’in bu düzende parlayıp ciddi bir meblağ karşılığında Premier League yapmasını da, van Ginkel’in de bu tertip ile sivrilerek takımın her yıl şampiyonluk kovalamasında pay sahibi olduğunu atlamamak gerek. Kenar oyuncuları birebirde becerikli, hızıyla çizgiden ya da becerisiyle içe kat eden rolde kullanılıyordu.
Hirving Lozano’nun Almanya’ya attığı o kontratak golünün temeli Eindhoven’da atıldı, geçişte birebiri çok daha fazla zorlaması ve skoru böyle bulması da bunun sonucu. 20’ye yakın gol atması da bu bakımdan şaşırtıcı değil. Kenar oyuncuları içe girdiği an beklerinin bindirmesi ve orta yapabilmesi de bir diğer hücum silahı, çünkü içeride ne olursa olsun yüksek toplara hakim olacak bir santrafor ve bitirebilecek orta alan oyuncuları istiyor. Sahayı genişletmesi ve göbekteki oyuncularına koşu alanı yaratması zaten konumuz olmuştu.

Sonuç

Ancak bunlar, çok farklı dinamikleri olan ve savunma tarzı olarak üst düzey liglere daha yakın (alan savunması) bir tarz benimseyen bir lige gelen bir teknik adam için de dikkat edilesi detaylar. Burada alan savunmasından kastım duran toplardaki alan savunması değil, çünkü buna şiddetle karşıyım. Fakat oyun içinde alan savunmasının ve baskının elzem olduğu inancındayım.
Topu rakip kaleye uzak kazandığında çok farklı savunma tarzları ile karşı karşıya gelecek ve mevcut oyun düzeniyle çok fazla zorlanacak. Ortaya koyacağı esneklik, Türkiye’deki başarısını belirleyecek. Hollanda’dan 4 yılda 3 kez şampiyon olarak geldi, ancak de Boer’un ilk 4 yılında 4 kez şampiyon olduğunu ve yurtdışına geçişe ayak uyduramayarak şu an işsiz olduğunu da vurgulamak gerek. PSV’ye açık alanı ve birebiri vermeyen rakiplerin de bu sezon sıklıkla son dakikalara kadar PSV’yi zorladığı, hatta Zwolle deplasmanında olduğu gibi ileri çıkan stoperinin attığı bir gole muhtaç bıraktığı görüldü. Bu tablonun mevcut şartlar altında Türkiye’de sıfır esneme ile geldiği vakit sıklaşacağını öngörmek çok zor değil.
Topu orta alanda kazanmaya çalışan ve bu yüzden Topal-Souza gibi bir blok kullanan Fenerbahçe’ye pasör defansif orta saha oyuncusu ile soluk getirecektir. Keza topu geç kazanarak aslında hücumda kat etmesi gereken mesafeyi Aykut Kocaman önderliğinde uzatan Fenerbahçe’nin tarihi bir çelişki ile atlet oyuncu kullanmamasını da değiştirecektir.Ancak o hücum etme mesafesi, hem Advocaat’ı, hem Pereira’yı hem de Kocaman’ı kilitleyen durum Cocu’yu da gayet kilitleyebilir.
İşte burada devreye Cocu’nun meydan okuması girecek. Gerektiğinde esneyebileceğini gösteren Cocu, bu kez farklı bir yöne esnemek zorunda.Topu daha erken kazanmak, set hücumunda göbekte topu daha hızlı dolaştırmak gibi hususlardan söz ediyorum. Bunu başarabilirse gelecekte de yüksek hedefleri olacak teknik adamın keyif vereceği inancındayım. Peki ya PSV’de başarıya giden en kısa yol olarak gördüğü noktaları kırmızı çizgileri haline getirir, düzeninde ısrarcı olursa? İşte bu noktada Fenerbahçe’nin son yıllarda seçtiği tutucu teknik adamların yaşadığı kader ile bir benzerini yaşaması, çok, çok daha olası hale gelir.
Cocu meydan okumayı kabul edecek mi, etmeyecek mi sorusunun cevabı, belki de Fenerbahçe’nin sezonunu hatta sezonlarını belirleyecek.
https://medium.com/papazincayiri/kazanmak-her-%C5%9Feydir-phillip-cocu-6018928c54d8

14 Ocak 2018 Pazar

Dev Futbol Ekonomileri : MANCHESTER UNİTED !!!

Manchester-United-home-kit-201314
Futbolun mücidleri olarak kalmayarak ona çok şeyler katarak dünyaya yaymış olan İngilizlerin vatanına geri dönecek ve Futbolun Efendilerinin en başarılı iş modelini kuran Manchester United’ın (taraftarlarının söylediği üzere Man.United) uzun ve başarılarla dolu tarihiyle başlayarak sonraki haftalarda endüstriyel futbolu ne şekilde yaratarak gezegenin finansal açıdan en başarılı Kulübe haline gelişlerinin kısa sayılmayacak öyküsüdür.
Sanayi reformunun olduğu yıllarda İngiltere’de çok sık rastlandığı şekilde, futbol takımları, okullarda veya insanların toplu olarak çalıştığı sanayi yatırımlarında kuruluyordu. Man.United’da bu konuda bir istisna olmayacak ve  Lanchester ve Yorkshire demiryolu şirketinin işçileri tarafından L&YR F.C. adıyla 1878’de Newton Heath’de kurulacaktı. Bu takım Manchester Piccadilly garında 15 yıl kadar futbol oynayacak, 1893’de ise Manchester’a yakın bir kasaba olan Clayton’a taşınacaktı. O yıl, İngiliz Futbol Ligi’ne katılmayı başaran L&YR F.C., demiryolları ile olan ilişkisini minimuma indirgeyecek, direkt olarak demiryollarını çağrıştıran L&YR ibaresini isimlerinden atacak ve bundan böyle Newton Heat F.C. olarak anılmaya başlanacaktı.
Newton Heat F.C.
1902’de finansal açıdan zor günler geçirerek, iflasın eşiğinden dönen Kulüp, o tarihde Manchester şehrinin en büyük bira fabrikasının sahibi olan J.H.Davies’in yaptığı önemli yatırımla yeniden nefes almaya başlayacaktı.
Newton Heath
Kulübün Yönetim Kurulu Başkanı olan Davies’ın isteğiyle Kulübün yeni bir isimle anılması yoluna gidilecek ve aynı zamanda yeşil ile altın sarısından oluşan forma renklerinin değişilmesine karar verilecek, böylelikle Newton Heat tarihe karışacak ve kırmızı ile beyaz renklere sahip “Manchester United” 26 Nisan 1902’de yeşil sahalardaki yerini almaya başlayacaktı.
Kulüp kısa sürede o dönem için rekor transfer bedelleriyle en iyi profesyonel futbolcuları renklerine katacak ve Kulüp, bunun neticesinde 1905-06 sezonunu 2. Lig’de 2. olarak bitirerek, 1906-07 sezonunda 1. Ligdeki yerini uzun bir süre sonra alacaktı. Man.United 1. Lig’e iyi bir giriş yapacak ve 1907-08 sezonunda ligi şampiyon olarak bitirecek, FA Cup’ı (İngiltere Futbol Federasyonu Kupası) ise 1909 yılında ilk kez olmak üzere kaldıracaktı.
Old Trafford – Rüyalar Tiyatrosu
Günümüzde Rüyalar Tiyatrosu (Theater of Dreams) olarak da anılan ve taraftarın kutsal yeri olan Old Trafford Stadı, bu takıma gönül vermiş olanlarla ilk kez 1909/10 sezonunda tanışacaktı. Üzerine stadın inşa edildiği arazi Başkan Davies’in şirketi olan Manchester Bira Fabrikası tarafından satın alınacak ve Kulübe kiraya verilecekti. Davies tarafından finanse edilen stad inşasına 1908’de başlanacak ve 19 Şubat 1910’da Old Trafford  Stadında ilk maçını Liverpool karşı oynayan Man.United, bu tarihi maçı 4-3 kaybedecek, bununla birlikte Stad 80,000 kişilik seyirci kapasitesini başarıyla yaşayarak, Man.United taraftarlarının gönlünde that kurmaya başlayacak, seyircisinin yoğun desteğini yeni  stadında arkasına alan Man.United, 1910-11 sezonunda 2. kere 1.Lig Şampiyonluğuna ulaşacaktı.
Old Trafford-1922
oldtraffordpast1
Old Trafford-2016
article-2303093-0518AD8F000005DC-57_634x365
1913/14 sezonu Man.United açısından bir değişim dönemi olacak, İngiliz liglerinde ve bu kapsamda tüm dünyada ilk defa olmak üzere Kulüp Sekreteri ve Takım Menejeri’nin (Team Manager) görev tanımları değişecek, bundan sonra Takım Menejeri takımı seçmekden ve onlarla ilgilenmekden sorumlu olacak, zaman içerisinde bu tüm İlgiliz kulüplerinin kullandığı bir standart haline gelecekti.
 Bundan sonraki 10 yılda Kulüpde düşüş yaşanacak ve halk tarafından “the Reds” (Kırmızılar) olarak anılmaya başlanan Man.United 1922’de 2. Lig’e düşecekti. 1925’de 1. Lig’e yeniden dönen Kulüp, 1931’de tekrar küme düşecek, 1934’de ise 2. Lig’de 20. sıraya kadar gerileyecekti.
Matt Busby:
Tüm Avrupa için zor geçen 2.Dünya Savaşı sonrası, Matt Busby isimli İskoç asıllı eski bir futbolcu Man.United’ın menejerliğine atanacak ve ülkenin/takımın tarihinde ilk defa olmak üzere transfer edilecek oyuncuları kendisi belirleyecek ve takımı kendisi çalıştıracaktı. Bu değişik ve futbol yönetiminde çığır açacak değişimleri yapan Busby daha önceki takımı Liverpool’dan kovulacak, Man.United ise bu yaratıcı adamı bağrına basacaktı.
Busby’nin Man.United’daki ilk transferi herkesin beklediği üzere bir futbolcu olmayacak, menejer yardımcısı pozisyonu öncelikli olarak doldurulacaktı. Busby ve yönetici ekibinin alınması, meyvelerini hemen verecek, Kulüp 1947-48 ve 49 yıllarında Ligi 2. olarak bitirecek, 1948’de ise FA Cup’ı 39 yıl sonra 2. defa kazanacaktı. 1952’de ise Man.United 1. Lig Şampiyonu olacak ve Busby’nin ön gördüğü şekilde genç takımda yetişen yetenekli futbolcular A Takımına sistematik bir şekilde kazandırılmaya başlanacaktı. Bir başka ilk olan A Takımına iyi futbolcu yetiştirmek, bir anlamda araştırma/geliştirme maliyetlerine karşılık olarak dönemin koşullarında son derece iyi futbolcuların kendilerini göstermelerine zemin hazırlayacaktı.
Kulüp tarihinin en başarılı genç kadrosunun oluşması, 1955-56 sezonunda kazanılan lig şampiyonluğu ile taçlandırılacak ve A Takıma güç veren genç oyunculara, menejer Busby’nin Bebekleri (çocukları) anlamına gelen “Busby Babes”, Man.United tarihindeki yerlerini alacaklar ve 1956-57 şampiyonluk kupasını da 2 kere üst üste olmak üzere müzelerine götüreceklerdi. Daha önceki yazılarımda bahsettiğim üzere, Man.United Avrupa Kupası’na (European Club, şimdiki Şampiyonlar Ligi) katılan ilk İngiliz takımı olacak, Yarı Finale kadar gelen Reds, muazzam başarılı bir dönemden geçen Real Madrid’e elenecekti.
logomanutd
Uçak Trajedisi:
Man.United’da yetişerek, bu çatı altında birçok zafer elde eden, Busby’nin Bebekleri Avrupa Kupası kapsamında gitmiş oldukları Belgrad deplasmanında turu geçecekler, sonrasında bindikleri uçak, 6 Şubat 1958’de Münih yakınlarında düşecek, hayata veda eden 22 kişiden 8’i ise Man.United’ın altyapısından yetişmiş gelecek vadeden genç futboculardan oluşacaktı. Yaşanan trajedi, başta Kulüp olmak üzere, Manchester şehrini ve genel olarak İngiliz 1.Ligi’ni adeta bir matem havasına sokacak ve bundan birkaç ay kadar evvel uçağın düşüşünün 50. yılında Man.United taraftarları ölen futbolcularını unutmadıklarınu duygu yüklü bir seromoniyle göstereceklerdi.
Uçak kazasından sadece 3 ay sonra FA Cup’ın finaline çıkacaklar ve Wembley’de oynanan finalde Bolton Wanderers’a yenileceklerdi. İngiltere’nin gelmiş geçmiş en iyi takımını yetiştiren Matt Busby, “evladlarının” 8’inin birden kaybıyla sarsılacak, fakat Man.United’a inanan milyonlarında manevi desteğini arkasına alacak ve uçak kazasından kendi payına düşen sakatlıklardan kurtulur kurtulmaz, 1960’ların başında  yeni bir genç ekip oluşturmak üzere yola düşecekti.
Efsane George Best:
1961-62 sezonu, hem FA Cup hem de 1.Lig’de başarıyla sonuçlanacak ve Man.United her iki alanda da 2. olacak, 1962-63 sezonunda ise daha önceki yazılarımda anlatmış oldğum İngiltere’nin o dönemde yetiştirdiği en büyük yetenek olan 7 numaralı George Best’in transferinin gerçekleşmiş olduğu sezon olarak akıllarda kalacaktı. 1964-65 ve 1966-67’da İngiliz 1. Lig’inde şampiyon olan, aynı zamanda Avrupa Kupa’sında önce yarıfinale, bir sonraki yıl ise finale çıkan Man.United, 1968’de Benfica’yı Wembley’de yenecek ve Avrupa’nın en büyüğü olma başarısından sonra, 1970’lerde başlayarak 1990’ların ilk yıllarına kadar uzun sürecek bir duraklama dönemine girecekti.
gbest
İskoç Alex Ferguson Dönemi:
Man.United’a yeniden büyük bir kulüp olduğunu hatırlatacak ve  Reds’in önce 1. Lig Şampiyonu olmalarını, sonrasında ise asıl başarının Avrupa şampiyonlukları olduğunu bilen, önemli bir menejer olan İskoç Alex Ferguson Kasım 1986’da takımın başına gelecek ve arada geçen 22 yıldan beri görevine halen devam edecekti. Ferguson işe başladığında, yaklaşık 20 yıldır başarıya aç kalarak, rakipleri Liverpool ve Arsenal’in altında ezilmiş gücünü, yeniden ortaya çıkararak, Kulübün önemli bir değişim yaşamasını hedeflemişti. Değişimin doğal olarak vakit alması nedeniyle, 1987-1990 arasındaki sezonlarda lig önlerde bitirilecek ve Alex Ferguson ve Ekibinin İngiltere Premier League’ni domine edeceği yıllara gelinecekti.
sir-alex-ferguson-25-years
1990’lı Yıllar; ve Eric Kantona:
Ferguson ve öğrencileri, 1990’da kendileri açısıdan ilk, Kulüp açısından ise 10. FA Kupalarını kazanacaklar ve böylelikle, 5 yıldır Ada’nın sınırları dışına çıkamama durumuna son vereceklerdi. Man.United 1990-91 sezonunda Avrupa’da sonuna kadar gidecek ve Kupa Galipleri Kupası finalinde Barca’yı 2-1 mağlup edecek ve akabinde Süper Kupa’yı da müzesine götürecekti. Avrupa’da başarı Man.United’ın 23 yıldır sabırla beklediği bir durum olup, artık kapı sonuna kadar açılmıştı.
Sabırla beklenen bir başka kupada İngiliz 1. Ligi Şampiyonluğuydu (1992-93 sezonundan itibaren Premier League adını almıştır), 7 numaralı başka bir efsane Eric Kantona’yı ekiplerine katan Reds, 1992-93 sezonunda 26 yıllık aradan sonra Şampiyon olmayı başaracaklar ve aynı zamanda yeni organizasyon yapısıyla oluşan Premier League’in ilk Şampiyonu olarak tarihe geçeceklerdi.
eric-cantona-painting-2.jpg
Gelecek yıllarda başarılı olmak için Alex Ferguson’da Matt Busby’i takip edecek ve daha sonra dünyaca ün kazanacak David Beckham, Gary Neville gibi isimleri Man.United’ın altyapısından A Takımı’na kazandıracaktı. Takım oturmaya başladıkça başarılar ard arda gelecek, Man.United 1993-94, 1995-96, 1996-97, 1998-99, 1999-2000, 2000-01 ve 2002-03 sezonlarında Premier League kupasını kaldıracaklar, bu üst üste gelen başarılara rağmen, Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunu sadece bir kere kazanabilecekler, 1999’da dramatik bir şekilde biten final maçında uzatma dakikalarında 2 gol birden bularak, 2-1 Bayern Münih’i yenerek Şampiyonlar Ligi Kupası’nı müzelerine götüreceklerdi.
Alex Ferguson İngiliz futbol tarihinde bir ilki becerecek ve üst üste 3 kere (1999-2000-2001) İngiliz 1. Ligi şampiyonluğunu elde eden menejer olarak tarihe geçecek, arkasından da “Sir” ünvanına layik görülecekti. Ferguson ve ekibi için her zaman birincil öncelik Premier League’i kazanmak olacaktı.
22.jpg
İngiliz Ekonomisi:
Sanayi Devrimiyle birlikte ekonomik olarak güçlenen ve 18. yüzyılın başından 20.yüzyıla kadar dört bir yöne yayılmış sömürgeleriyle, Osmanlı İmparatorluğu’nun külleri üzerinde büyük bir imparatorluk haline gelerek, dünya tarihine önemli etki yapan İngilizler, 2001’de yapılan son nufüs sayımında 60 milyonluk nüfusa, 2004 yılı rakamıyla ise 27.000 Euro GSMH’ya sahip olarak, önde gelen uluslararası finans ve ticaret merkezlerinden biri olmanın getirdiği avantajla, dünyanın en büyük 4. ekonomisi konumundadır. Kasım sonu itibariyle 60 ülkeden 3.287 şirketin işlem gördüğü Londra Borsası ise 300 yıllık tarihinde İngiliz şirketlerine finansman sağlanmasının 1 numaralı mecrası olmuş ve bankacılık sektörünün gelişmesine önemli katkıda bulunmuştur.
Arkasındaki bu büyük ekonomiyle beslenen İngiliz futbol kulüpleri kuruluşlarından itibaren, çok  kısa bir sürede amatörlükden profesyonelliğe geçen futbolcuların hızla yükselen ücretlerinin oluşturduğu borçların, kurucuların ve yöneticilerin kişisel birikimlerini riske atmaması mentalitesinden yola çıkarak, şirket yapılarını sınırlı sorumluluğa sahip limited şirket statüsünde oluşturmuşlardı. Normal şirketler bazında ele alındığında, limited şirket modeli, sahiplikle şirketin kontrolünü elinde bulundurma hususlarını ayırıyor olsa da, söz konusu futbol kulüpleri olunca, bu iki husus örtüşmeye başlıyor ve sonuç olarak, birçok İngiliz futbol Kulübü küçük bir işadamı grubu veya çoğunluğu taraftar olan birkaç yüz hisse senedi sahibi tarafından sahip olunmaya başlıyordu.
Futbol Ekonomisinde Standartları Belirleyen  bir İş Modeli
Premier League’in (İngiliz 1. Ligi, PL) faaliyete geçtiği 1992-93 sezonundan itibaren 2006-07 sezonuna kadar Man.United’in toplam yıllık geliri 25 milyon Pound’dan 212 milyon Pound’a çıkacak, her yıl kar eden Kırmızlar’ın aynı dönem içerisinde vergi öncesi karı ise 4 milyon Pound’dan, üstelikde bir önceki sezonun vergi öncesi karı 31 milyon Pound’dan 60 milyon Pound’a gelerek ulaşacaktı. Maç gelirlerinin ana gelir kalemi olduğu bu yapıda her sezon yeşil sahalarda başarılı olmak, diğer bir ifadeyle topun çizgiyi geçmesi ilk öncelik olacak, Şampiyonlar Ligi’nde (ŞL) yer almak için PL’i her sezon ilk 4’de bitirmek ve aynı zamanda stad gelirleri ve katılım ücretleri açısından her Kulüp açısından 1 numaralı öncelik olan ŞL’nde başarılı olmak Kırmızıların ana hedefi olacaktı. Bununla birlikte ana önceliği ŞL’nde başarılı olmak olan Man.United’ın 1968’de Avrupa Şampiyon Kulüpler kupasını kaldırmasından sonra bu Kupa’nın 1990’lardaki yeni formatı olan ŞL’nde sadece 1999’da ayrı bir yazı konusu olan Bayern Münih’i uzatma dakikalarında attığı 2 golle, 2-1 yenerek kazandığı efsanevi ŞL Kupası’nın Man.United’ın öncelikleriyle bağdaşmadığını da yeri gelmişken belirtmek isterim.
Man. United Gelir Dağılımı200120022003200420052006
Pound mn.Pound%Pound%Pound%Pound%Pound%Pound%
Maç Günü51.83456.33870.64161.23666.24292.544
Yayın Hakkı31.21451.93656.23262.53748.43161.529
Ticari46.65237.92646.22745.32742.42758.127
Toplam130 146 173 169 157 212 
Kaynak: Deliotte Man.United Yıllık Faaliyet Raporları, (2001-2006)
Premier League:
FA  tarafından 1991’in başında hazırlanan “Futbolun Geleceği” çalışmasında, 1991-92 sezonunun bitişiyle birlikte Division 1’i oluşturan tüm kulüplerin Football League’den çekilerek, adına “PL” denilecek yeni bir oluşumda biraraya gelecekleri açıklanacak ve Futbol Ligi’ni düzenleyen FA’ya bağlı olmakla birlikte kendi yönetim mekanizmasını kuracak olan bu oluşumun Futbol Ligi’ni oluşturan diğer 70 kulübün anlaşmalarından bağımsız bir şekilde kendi liginin yayın hakları ile sponsorluk anlaşmalarını kendisinin pazarlık etmekde ticari olarak bağımsız olması hususu İngiliz kamuoyunun gündemine bomba gibi düşecekti. 1991-1992 sezonunun bitişiyle birlikte, Division 1 kulüpleri Football League’den toplu olarak çekilecekler ve Ada’nın futboldaki yeni markası PL’i 27 Mayıs 1992’de resmi olarak faaliyete geçireceklerdi.
405_premier_league.png
FA PL  (2007’den itibaren ana sponsorunun adıyla anılarak Barclays PL oldu) limited şirket olarak kuruluyor ve 104 yıldır 4 küme şeklinde devam eden Football League’den ayrılarak tek bir küme olarak organize oluyordu. Bildiğiniz üzere, PL’de 20 takım mücadele ediyor ve her Kulüp biri kendi sahasında, diğeri deplasmanda olmak üzere her sezon toplam 38 maç oynuyordu.
PL kurulmadan önceki sezon olan 1991-92’de 1. Lig olarak adlandırılan ligde yer alan Kulüplerin toplam gelirleri 170 milyon Pound iken, 2006-07 sezonunda sadece bir Kulüp olarak Manchester United’ın gelirlerinin 212 milyon Pound’a ulaştığı dikkate alınırsa, 14 yıllık bir süreç içerisinde İngiliz futbolunun geldiği nokta daha net olarak anlaşılacaktır. 5 büyük ligin içinde Premier Lig’in yarattığı gelir %30, Avrupa’nın geneline bakıldığında ise %16 dolayında olup, bu kapsamda Premier Lig’in, Amerika’nın NBA ile dünya basketbol pazarı içerisindeki farklı ve dominant konumuyla ortaya çıkan “dünyayın basketbol ligi” olma durumuna benzer bir şekilde “dünyanın futbol ligi” olma yolunda hızla ilerlediği dikkat çekmektedir. Birçok farklı özelliği ve uygulamasıyla ayrı bir yazı konusu olacak olan Premier Lig, 2006 yılında yarattığı 2 milyar Euro’luk gelirle, Amerikan Futbolu Ligi (NFL), Amerikan Beyzbol Ligi (MLB) ve Amerikan Basketbol Ligi (NBA)’den sonra dünyanın en büyük 4. spor ligi konumunda bulunmaktadır.
Avrupa Futbol Pazar Büyüklüğü, 2005-06 (Toplam 12,6 milyar Euro)
5 Büyük Lig: %53
5 Büyük Ligdeki Diğer Ligler: %15
5 Büyük Lig dışında Kalan 47 Avrupa Ligi: %14
FIFA, UEFA ve Ulusal Futbol Federasyonları: %15
5 Büyük Lig dışında Kalan 47 Avrupa Ligi’nin Diğer Ligleri: %3
Kaynak: Deloitte, Annual Review of Football, Mayıs 2007
PL’in tüm dünyanın futbol ligi haline gelmesinin en önemli sebebleri olarak ligi oluşturan 20 takımdan neredeyse hepsinin rekabetçi olmaları ve futbolun beşiği İngiltere’de güzel oyuna olan ilginin maksimum seviyede olması ve bu durumun Kulüpler tarafından sıkı bir şekilde takip edilen iş modelleriyle aidiyet duygusunun sadece Ada’da değil, dünyanın değişik coğrafyalarında maksimize edilmesi ve bunlara bağlı olarak Kulüp gelirlerinin nakit akışlarını büyütmekte zorlanmamaları sıralanabilir. Avrupa genelinde ve ülkemiz özelinde futbolun karlı hale gelememesinde yatan temel sebep ise, büyük bir hızla dev bir endüstri haline gelen futbolun organizasyon ve yönetim yapısının aynı hızla değişim gösterememesindedir. Spor kulüplerini oluşturan Yönetim Kurulu Üyeleri, Kulüp Üyeleri, Teknik Kadro ve Sporcuları, profesyonel çalışanları ve hepsinden önemlisi taraftarlarının, kendi farklı bakış açılarını yansıtan ve bu anlamda ortak bir payda da biraraya gelmeleri fazlaca mümkün olmayan Kulüplerinden farklı beklentileri bulunmakta ve bu durumda ortak strateji ve hedeflerin konulmasını zorlaştırmaktadır.
images
Kaynak:www.futbolekonomi.com
https://iyifutboldilencisi.wordpress.com